• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/nedim.taktak
  • https://twitter.com/nedimtaktak

Her şeyin insanı sevmekle başlayacağına inanan yazar Sait Faik’i, edebi yönü, usta yazarların Sait Faik hakkındaki düşünceleri ve eserlerinden seçkilerle anıyoruz…

Sait Faik, İstanbul Sultanisi’ndeki öğrencilik yıllarında şiirle başladı edebi yaşamına. Bursa’daki öğrencilik zamanlarında da öykü yazmaya başladı. 9 Aralık 1929’da, “Uçurtmalar” adını verdiği ilk öyküsü, Milliyet Gazetesi’nin Sanat sayfasında yayımlandı. 1934-1940 yılları arasında çeşitli dergilerde öyküleri yayımlandıkça tanındı.

Sait Faik’in edebiyata giriş yaptığı bu yıllarda, gözlemci bir yazar olarak yer etti. Çok geçmeden öyküyü olaydan sıyırmaya yöneldi ve bu durum, öykülerinde doğal bir “ben” duygusu yarattı. İnsanlığın tüm bunalımları, çelişkileri Sait Faik’in öyküsünün merkezine, onun süzgecinden geçip yerleşiyordu. Ve ona göre her şey, insanı sevmekle başlıyordu…

Sait Faik, 48 yıllık yaşamına, 11 Mayıs 1954’te veda etti. Ölüm yıl dönümünde onu, edebi yönü, usta yazarların Sait Faik hakkındaki düşünceleri ve eserlerinden seçkilerle anıyoruz…

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

(Sait Faik Abasıyanık)

SAİT FAİK ESERLERİNİN EDEBİ YÖNÜ

Sait Faik, ilk dönem öykülerinde Adapazarı ve İstanbul’da geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlatıyordu. Yazımı ilerledikçe şiirsellik ön plana geçti. Özellikle “Mahalle Kahvesi”, “Havada Bulut”, “Lüzumsuz Adam” gibi eserlerinde, işsiz, dertli insanlar üzerinden toplumun acı çeken kesimini anlattı.

“Son Kuşlar” eserinde bir tür hayal kırıklığı hissediliyordu. Sahtelikler, adaletsizlikler karşısında direnen insanların yalnızlığı, toplumsal düzenin çirkinlikleri eserlerindeki yeni keşfi olmuştu. Daha sonraki kitaplarında da bu karamsarlık giderek arttı. “Alemdağda Var Bir Yılan” adını verdiği eseriyle gerçeküstücülüğe yöneldi. Böylece hikayede konu ve olay akışı tamamen ortadan kalkmış oldu. Gerçeküstü ögelerle kişinin yalnızlığı ve bununla birlikte gelen acıları irdelerken, öykü, roman ve şiirlerinde yaşamın hakkını vermek için yazıyordu. Bundan sebep hangi türde yazarsa yazsın, ana temada hep “yaşama sevinci” vardı.

Sait Faik, kahramanlarını işsizler, sokak kadınları, emekçiler, küçük burjuvalar arasından seçerken, seçtiği bu insanlar arasında evrensel insanı yakalamayı amaçlıyordu. Ve tüm bunların yanında bir de İstanbul öykücüsüydü. İstanbul’un suretinden yansıyan güzellikler karşısında başı dönerken karamsar bir tablo çizen yazar, karşılaştığı toplumsal çelişkiler karşısında öfke, kaçış ve yenilgi duygusunun kıskacındaydı.

USTA YAZARLARIN SAİT FAİK HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

Sait Faik’in ölümünün ardından usta yazarlar neler söylemişti?

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

Yaşar Kemal

Sait Faik’i yapıda ve özde modern hikâyeciliğimizin babası sayıyorum. Sait, bence Türkçenin dar hudutlarını zorlamış, ilk defa doğru dürüst, gerçek anlamıyla Türkçe yazmış ilk Türk yazarıdır. Sait’ten önce hiçbir yazarımızda bütün nüanslarıyla sıcaklığı, açıklığıyla Türkçe yoktur. Kalıplaşmış bir Türkçe vardır. Gerçek Türkçesiyle birlikte, hikayelerinde anlattığı, bir düş içinde görünen insanları da gerçektir. Düş dünyası Sait’in gerçekçiliğinin üstüne çekilmiş bir cila gibidir.

Sait her yönüyle halktandı. Onları seviyordu. İhtiyar hallacı, Ramazan’ı, Panco’yu, Melek’i, Kondosi, hani “Birtakım insanlar” daki Ali Rıza var ya, Hikmet var ya, onları candan seviyordu.

Bıraktığı on üç eseri aşkla, sevgiyle, tonla dolu bir destandır. Bir büyük şehrin, fakir, emeklerinin karşılığını alamayan iyi insanlarının destanıdır.

Said’e yüreğim çok yandı desem kaç para eyler…

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

Refik Halid Karay

Dünyayı ve insanları çok sevdiğim halde bu muhabbeti Sait Faik kadar tatlılıkla ve kendime mahsus bir şehfatle belirtemediğimi biliyorum. Tatlı adamdı ve tatlı sanatkar…

Şimdiye kadar her biri kıymetli birer birer etüt olan eserlerini hazırlamıştı. Büyük bir tablo veya bir konstrüksiyon meydana çıkarmasını bekliyorduk.

Ölümü, belki edebiyatımızı dünya edebiyatına katacak beşeri bir kitaptan mahrum bıraktı. Bundan dolayı da kederliyim.

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

Orhan Kemal

Onu az evvel toprağa verip döndük. Şimdi de Fikret Otyam, “Dünya Gazetesi” için benden onun hakkında bir şeyler yazmamı istiyor. Bu kadar çabuk, bu kadar sıcağı sıcağına ne yazılabilir? “Edebiyatımızın telafisi imkansız büyük kaybı” mı diyelim? Ama o sevmezdi ki böyle şeyleri.

Sanatı?

Onun da sırası değil. Hem bu işi daha sonra, çok daha liyakatle yapacaklar elbette.

Peki?

Geriye kalıyor dostluğu. Buysa onu tanıyıp, şakalaşmamış olanlarca bile meçhulattan değil. Çünkü Sait, gizli kapaklı tarafı kalmamış, herkesçe bilinen bir insandı. İnsandı da değil, insandır. O ölmedi ki… İnanmazsanız, kitaplarından herhangi birini rastgele açın. Eminim onun çarpan kalbinin sesini duyacaksınız.

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

Oktay Rifat

Said'in ölümüne ne kadar yandım anlatamam. Halbuki bir ahbaplığımız arkadaşlığımız da yoktu. Yirmi yıl kadar önce bir kahvede tanışmıştık. Ayağını iskemlenin altına dayamış yüzüme bakıyordu. Parklarda dolaştığımızı da hatırlıyorum. Orhan da vardı. Birkaç defa da beraber içtik. Bizi aynalı, mermer masalı, fıçılı meyhanelere götürmüştü.

İlk okuduğum yazısı bir yolculuk hikayesidir. İskeleye gidip gidip bir gemiyi seyredişini anlatıyordu. Bu gemi ile ya Fransa'ya gitmiş yahut gelmiş; böyle bir şey.

Arkadan soğan kayığının hikayesi gelir. Bu hikayede karşılıklı iki cins insan vardır. Bir yanda soğan kayığının biçimine vurulan biri; öte yanda soğanlardan edecekleri karı düşünenler. Sait bu soğan kayığının biçimine vurulan adamdı. Ölünceye kadar da hiç değişmedi.

Anlattığı insanlar da çoğu zaman onun gibi şair tabiatlıydı. İşte ağzından mavi dumanlar çıkaran, cam cam, billur billur, fanus fanus, çeşmibülbüller gibi yaşayan adam. İşte bütün haftalığını bir günde harcayan Panco, işte hikayeciye şairce oyunlar oynayan Yani Usta, işte topal martı ile konuşan balıkçı.

Sait çok iyi bildiği bu insanların yaşama kavgasını pek anlatmıyordu. Bu kavganın hikayesi nedense onu ilgilendirmiyordu. Bizler ondan bu hikayeyi istiyorduk. Gelgelelim anlatmıyordu işte.

Artık anlatamaz da. Ama bizler, bu bizlere en yakın insanların yaşama sevinci ile ilgili davranışlarını derinlemesine, gene en çok onun hikayelerinde bulacağız. Onun hikayelerini okuyup sokağa çıktığımız zaman bir evin damını, uzakta uçan bir kuşu, yaprakların arasında denizi görünce birileri arkamızdan “hişt, hişt!” diye seslenecek.

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

Nurullah Ataç

Bugünkü Türk hikayesinin, Türk romanının gerçekçi olduğunu söyleyip öğünüyorlar. Hayatı, çevreyi olduğu gibi anlatmak gerekmiş. Nesnel(objektif) bir anlatı… Bir de Sait Faik’i düşünsünler. Hepsi de söylüyorlar: Sait Faik bugünkü hikayecilerimizin en özlüsü, en ustası, en büyüğü. Onda var mı istedikleri gerçekçilik? Bu adam Burgazadası’nda oturmuş, düşleri, anıları karışıyor birbirine; çocukluk, gençlik, yaşlılık yılları karışıyor birbirine, öyle yerler oluyor, anlatılan kişilerle anlatan kişileri seçemiyorsunuz birbirinden. Sait Faik bütün kişileri, her şeyi içten, kendi içinden anlatıyor da onun için. Gerçekçilik arkasından koştuğu yok. Az bulunur onun kadar öznelci yazar. Bir doğru var onda: kendi doğrusu, kendi içindeki doğrusu.

...

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

(Sait Faik Abasıyanık)

- Dünyada her şeyle alay edilir, şaka yapılır ama şiirle asla!

(Az Şekerli)

*

- Şu uyku insanın sevgilisi gibi bir şey, gelmeyince sinirlendiriyor.

(Mahalle Kahvesi)

*

- Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.

(Alemdağ’da Var Bir Yılan)

*

- Kitaplar, bir zamanlar bana, insanları sevmek lazım geldiğini, insanları sevince tabiatın, tabiatı sevince dünyanın sevileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğretmiştiler.

(Mahalle Kahvesi)

Edebi yönü ile usta yazarların gözünden Sait Faik Abasıyanık

(Sait Faik Abasıyanık)

- Sevmekten korkuyorum; ondan karanlıktan, riyadan, zulümden, hürriyetsizlikten korkar gibi ürküyorum.

(Sevmek)

*

- İnsan olabilmek için erkek olmanın yeteceğini sanıp aldanmıştı.

(Kayıp Aranıyor)

*

- Ölümün karşısında, ne yapsak, muvaffak olmuş bir aktörden farkımız olmayacak.

(Semaver)

*

- Ama insanlar ne tuhaf! Kendilerini sevmeyen, önem vermeyene daha bir büsbütün tutuluyor, kendisini küçük görür gibi olana musallat oluyorlar.

(Son Kuşlar)

*



310 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın