• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/nedim.taktak
  • https://twitter.com/nedimtaktak

Gonçarov'un Mirası

İnsan doğuştan tembel midir, yoksa bu bir sonuç mu? Çalışmak için ihtiyacımız olan güdü her bireyde neden farklılık gösterir.

İnsan doğası, motivasyon ve çalışma güdüsü ile ilgili olarak Dauglas Mc. Gregor’a ait X ve Y teorileriyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz bu kayıtsızlık eyleminin. Teorisyen burada insanları X ve Y grubu olarak ikiye ayırarak farklı davranış şekillerini açıklamaya çalışır. X teorisine göre; İnsanlar çalışmayı sevmez, sorumluluktan kaçınır. Mecbur kalıp zorlanmadıkça bir eylem yapma güdüsüne sahip değildir. Y teorisine göre ise; Fiziksel ya da zihinsel çalışma, oyun ya da dinlenmek gibi doğaldır. Ve insanlar başka engellerle karşılaşmadığı sürece çalışıp üretmek isterler.

İnsan doğasına dair iki zıt fikrin aynı teorisyen tarafından ortaya atılmış olması gibi, Gonçarov’un bu eserinde zıt karakterler üzerinden iki ayrı dünyayı izleme imkânı buluyoruz. Aynı zamanda Oblomov ve Ştolts’un yetiştirilme tarzlarının birbirine ne kadar uzak ve çocuğun gelecekteki yaşamı hakkında eğitimin ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz. Söz konusu eğitimin hangi yaşlardan itibaren çocuklar üzerinde etkili olabileceğine yazarımız şu sözlerle vurgu yapar: “Kim bilir bir çocuğun kafasında ilk düşünceler, ilk kavrayışlar ne zaman doğuyor? Belki de bir bebek; daha konuşmayı ve yürümeyi bilmezden önce, büyüklere boş gibi görünen sabit gözlerle çevresine alık alık bakarken, olup bitenlerin anlamını seziyor, bunlar arasında anlamadığı ve anlatamadığı birçok ilişki görüyor.” (Gonçarov, 2006, s. 144)

Kitaba bir bireyin eğitim süreci açısından yaklaştığımızda, ebeveynlerin çocuğun ilerdeki yaşamı üzerinde ne kadar etkili olabileceğini edebi ve ironik bir dille okuma imkânı bulduğumuzu söyleyebiliriz. Anne babaları tarafından, korumacı, steril bir yetiştirme tarzıyla veya kendi ayakları üzerinde duracak şekilde iki zıt örnekle yetiştirilen çocukların ileri yaşlarda nasıl bir karaktere bürüneceğini öngörmemiz mümkün, tabii diğer değişkenler sabit olduğu sürece.

Kitap klasik bir Rus romanı gibi diyalog ağırlıklı, akıcı bir anlatımla bizi Oblomov’la tanıştırıyor önce. Bir tiyatro sahnesi gibi alakalı, alakasız bir sürü insan eve girip çıkarken, kahramanımız yatağında yatmaya devam ediyor. 213. sf ya kadar da çıkmıyor yatağından. Neden? Plan yapıyor çünkü. Neler yapacağını planlaması lazım önce, bu yüzden çıkmak istemiyor. Hem dışarısı soğuk. Gözlerini kapayan maymun gibi yorganı üzerine çekmek istiyor sadece. Hem yaşamak dediğin nedir ki; işe gitmek, çalışmak, dedikodu yapmak insan doğasına uygun mu? Hayata zaman kalmaz yoksa. Yaşamak dediğin plan yapmak ve sıcak yatağında yatmak olmalı…

Bu kitabı okuyup da oblomovluk kavramıyla meşgul olmayan, kendinde oblomovluk belirtisi var mı diye düşünmeyen yoktur sanırım. Biraz şakayla karışık, biraz özeleştiri içeren, ama daha çok yapılmayanlara bahane olarak kullanılmak üzere son derece kullanışlı olan bu kavram, Gonçarov tarafından bize miras olarak bırakılmış. Tembelliği bir felsefe haline getirip zor durumlarda kullanalım diye! Kahramanımızın kayıtsızlığı öyle doğal bir durumdur ki; "Uzanmak, İlya İlyiç için ne hastalarda ya da uykusu gelmiş insanlarda olduğu gibi bir zorunluluk, ne de yorgun bir kimsedeki gibi geçici bir ihtiyaç, ne de uyuşuk bir insandaki gibi bir zevkti; bu onun doğal haliydi,” (Gonçarov, 2006, s. 6) dedirtir yazarımıza. Bu doğal hali kendiyle bütünleşir, ‘Oblomovluk’ kavramı kahramanımızda vücut bulur. “Yüzünde hiçbir zaman bir tasa, bir düşünce belirtisi görünmez; içinde bir hayat var mı, yok mu anlayamazsınız.” (Gonçarov, 2006, s. 35)

Gonçarov romanı yazarken sabrı zorlanmış mıdır, bilemiyoruz. Ama tembelliğin bu kadarına okurun sabretmesinin zor olduğunu söyleyebiliriz. Okur; “Bu kadar da olmaz,” diyebilir. Ama kahramanımız bizi zorlamaya devam ederken, yazarın bu miskinliğin kötü olduğunu bize direkt söylemediğine vurgu yapmak isterim. Edebiyatı değerli kılan bu tarafsızlık hakkında Çehov; “At hırsızlarını tasvir ederken benim, ‘at çalmak kötü bir şeydir’ dememi istiyorsun. Ama bu zaten ben söylemeden de yıllardır bilinen bir şey. Bırakın yargıçlar yargılasın onları; benim görevim sadece onların ne tür insanlar olduğunu göstermek,” demiştir. (Tosun, 2018, s. 189) Eserin edebi değerine katkı yapan ve onu kalıcı kılan önemli öğelerden biri buradaki tarafsız tutum olmalıdır. Yazarımızın bu noktadaki duruşu bizi Oblomov’u anlamaya, kahramanın olumlu ve olumsuz yönlerini görmeye çağırır.

Kitabın felsefi arka planının sadece bu iki karakter davranışlarıyla sınırlı olmadığını söyleyebiliriz. Olga ve İlya İlyiç arasındaki sevgi/aşk ve evlilik sorgulamaları da bir deneme kalitesinde önermelere sahipti. İlk önce parkta baş başa yapılan uzun diyaloglarla ve sonra mektupla devam eden bu sorgulamalar iki kahraman üzerinden çok kuvvetli mesajlar veriyor bizlere. Yine Stolts ve Olga evliliği üzerinden durağanlık ve mutluluğun ne olduğu çok güzel aktarılıyor. Kendi evliliklerini değerlendirirken kullanmış oldukları; “Mutlu değilim doğru. Mutluluğumun çok fazla oluşu mutluluk duymama engel oluyor,” (Gonçarov, 2006, s. 578) ifadesi son derece çarpıcıydı. Aynı zamanda ortak arkadaşlarının düştüğü duruma üzülerek dışarıdan bir bakışla yapmış oldukları yorumların kitabın bütünlüğüne katkı yapmış olduğunu söyleyebiliriz. Bunların dışında kitap boyunca kadın-erkek ilişkilerinde ahlaki endişelerin yoğun şekilde işlenmiş olması ve dindarlık vurgusu benim dikkatimi çekti.

Gonçarov diğer Rus yazarları arasında bilinme ve okunma oranları çok daha düşük olsa da; Diyaloglar ve karakter yaratma konusunda öncü olan ve Dostoyevski’nin de kendisini örnek aldığını söylediği bir yazardır. Tabii burada Gonçarov’un yazmış olduğu eserlerin sayıca daha az olduğunu da ilave etmemiz gerekir. Bırakmış olduğu eserler sayıca az olsa da ortaya koymuş olduğu “oblomovluk” kavramının derin bir iz bıraktığını ve kitap konusu olarak işlenmiş olduğunu buraya not düşmek isteriz. (Dobrolyubov, 1992)

Son olarak kitapta kullanılan benzetmelerin ilgimi çektiğini söyleyebilirim. Örnek vermek gerekirse;

- Yanlışlıkla kötü bir dala konduğunu görerek ürken bir kuş gibi,

- Tıpkı kendiliğinden olup yere düşmeyen elmalar gibi,

- Tıpkı köpeklerin bazen pencereden, başlarını güneşe verip bütün gelen geçeni dikkatle süzmeleri gibi...

Kitap hakkında ilave etmek istediğim son not ise, Gonçarov’un bu kitabı bir ayda yazmış olması. Tembelliğin felsefesini bu kadar derinden anlatan bir kitap nasıl bu kadar kısa sürede yazılmış diye düşünmeyin sakın. Gonçarov bu durumu şöyle açıklıyor: “Bu büyük romanın bir ay içinde yazılmış olması olanaksız görünebilir. Ama unutmayın ki, bu kitabı yıllarca kafamda yaşadım; onu yalnızca kağıda geçirmek kalmıştı.” Yazarla eser arasında bir bağ olup olmadığına dair güzel bir örnek olarak kabul edebiliriz Gonçarov’un bu sözlerini. Bir başka ifadeyle, oblomovluğun izini sürecek olursanız yazardan başlamanızı öneriyoruz.

160 yıl önce yazılmış olan bu eserin hala canlılığını koruması ve 619 sayfalık bu kitabın okuru sıkmadan aynı lezzetle okunması da hem yazarın başarısı, hem de oblomovluğun hâlâ sürdüğünün kanıtı olabilir. Ara sıra kendimizi yoklamalıyız belki de; yapılması gereken bir şeyi ertelediğimizde veya bahaneler bulmaya başladığımızda çocukluğumuzdan gelen bir miskinliğe rastlarsak, bunu bizim çözmemiz gerekir. Stolts yok çünkü hayatımızda…

 

Kaynakça

Dobrolyubov, N. (1992). Oblomovluk Nedir? (s. 224). içinde Yön Yayıncılık.

112 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın